İngiltere ve Fransa sahip oldukları sömürgeler açısından en geniş sınırlara iki savaş arası dönemde ulaşmışlardı. Öyle ki adı geçen devletler özellikle Avrupa’daki güç mücadelesinde Almanya ve İtalya’ya karşı büyük bir avantaj sağlamışlar ve bununla da yetinmeyip muhtemel rövanşizm ve revizyonizm hareketlerine karşı statükoyu koruma stratejisini politikalarının temeline yerleştirmişlerdi. İki savaş arası dönemde İspanya’da sağ-sol çatışmasının başlaması bazı devletlerin konuya müdahil olmasına sebep olmuş dolayısıyla Akdeniz’de tansiyon artmıştır. Bu müdahaleci anlayış, İtalyan donanmasına ait bazı denizaltıların kimliklerini gizleyip yabancı bandıralı gemilere saldırmaya başlamasıyla birlikte daha gergin hale bürünmüştür. Bu sebeple İngiltere, Fransa, Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan, Mısır, Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Romanya’nın katılımlarıyla 10-14 Eylül 1937 tarihleri arasında Nyon’da konferans düzenlenmiştir. İtalya, Almanya ve Arnavutluk ise davet çağrısına olumsuz cevap vermişlerdir. Statükocu devletler, Versay Antlaşması sonrası oluşturdukları yeni düzende güç ve çıkar ilişkisini kendi lehlerine kurmayı başarmışlardı. Bu nedenle adı geçen devletler, sisteme yönelik ilk saldırılar gerçekleştiğinde diplomasi metodunu kullanmışlar hatta yatıştırma politikası gereğince revizyonist devletlerin saldırgan hareketlerine de yeterince ses çıkarmamışlardı. Revizyonist devletler ise güçlendikçe mevcut durumdan rahatsızlıklarını beyan etmişler ve sistemi adalet üzerine inşa etmeleri gerekirken kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlamışlardı. Bu makalede İspanya’da yaşanan ulusal bir sorunun zincirleme olayların etkisiyle Akdeniz’de nasıl bir güvenlik sorununa dönüştüğü; devletlerin yeni oluşan krize karşı ne gibi politikalar belirlediği değerlendirmeye tabi tutulacaktır.