Makale özeti ve diğer detaylar.
Uluslararası ilişkiler alanında bugüne kadar geliştirilen kuramlar içinde "güç" olgusu anahtar kavramların başında gelmektedir. Fiziksel olarak güç, mevcut kuvvetlerin kullanılması ile elde edilen verimliliktir. Davranışsal bir tanımlama ile güç, istenilen sonuçları elde etmek için başkalarının davranışlarını değiştirme yeteneğidir. Uluslararası ilişkilerde güç ise, bir devletin başka bir devlete karşı uyguladığı ve normal şartlar altında o devletin yapmak istemeyeceği bir şeyi yapmasını sağlamaya yönelik etkidir2. Bir devletin uluslararası ilişkilerde uyguladığı politikanın tek vasıtası güçtür. Bu vasıtaya geliştirmek devletin amaçlarından biridir. Siyasetin bir vasıtası olarak kullanılmayan veya kullanılma becerisi gösterilmeyen yeteneğin güç olma niteliği yoktur. Politika, devletin güç ve kaynaklarını ulusal çıkar doğrultusunda hazırlama ve kullanma sanatıdır. Stratejik başarı her şeyden önce güç bileşkesinin, amaca ve zamana göre uygun kullanımını gerektirir. Geleneksel olarak, bir ülkenin büyük bir güce sahip olup olmadığını anlamak için o ülkenin savaş gücüne bakılırdı. Yüzyıllar içinde, teknoloji geliştikçe, güç kaynakları da değişti. Küresel bilgi toplumunda güç daha az oranda toprak, askeri güç ve doğal kaynaklara, daha fazla ise bilgi, teknoloji ve kurumsal esnekliğe dayanmaktadır3. Bu dönüşüm ihtiyacı başta ABD olmak üzere Batı dünyasında güvenlik kurgularının sert güç yanında yumuşak gücü de uygulayacak yeni bir güç projeksiyonu geliştirilmesini dikte etmiştir. Afrika ve Ortadoğu başta olmak üzere hala sanayileşmemiş ve otoriter rejimlere sahip ülkelerin bulunduğu bölgelerde güç dönüşümü henüz gerçekleşmemiştir. Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerde bile geleneksel askeri güç hala ön plandadır. Bununla beraber pek çok durumda yumuşak güç 19 ve 20. yüzyılın tersine sert gücün önüne geçmiş ve daha etkili bir hale gelmiştir.