Makale özeti ve diğer detaylar.
İnsanlık tarihinin bir dönemine damgasını vurmuş olan Osmanlı’nın kültürel mirasına ait bilgileri tespit etmek ve değerlendirmek, bugün içinde bulunduğumuz Türk toplumunun sahip olduğu tarihsel değerlerin gün yüzüne çıkarılması bakımından oldukça önemlidir. Tarihî süreçte Osmanlı’nın düşünce ve kültür hayatını şekillendiren olgular arasında tasavvufî hayat ve buna bağlı olarak tasavvufî şiir veya diğer bir değişle tekke şiiri önemli bir yer tutmaktadır. Osmanlı topraklarında yaşayan pek çok sûfî, iç dünyalarını düzenleyen etkenleri şiirleriyle dile getirmeğe çalışmışlardır. Bu tutum, onların yaşadığı derûnî tecrübelerle de örtüşen bir durumdur. Onlar, yaşantılarında tecrübe ettikleri duygularını ve düşüncelerini şiirin gizemli söz dizimlerinde yansıtmaya çalışmışlardır. Hemen her tasavvufî ekole mensup tekke şâiri olmasına rağmen, bunların arasında Nakşbendî şâirlerin çokluğu dikkat çekmektedir.
his article examines the life and views of a Mujaddidi shaykh and mesnevihan, Neccarzade Mustafa Rıza (d.1159/1746), who lived in the eighteenth century in Anatolia. He affiliated himself with Arabzade Muhammad Ilmi. The latter person was a disciple of Muhammad Samarqandi, who was a Mujaddidi shaykh in Istanbul. Neccar-zade Mustafa Rıza was not only a Mujaddidi shaykh but also a Sufi poet, writer and mesnevihan. He wrote a Diwan that contains about 2250 couplets. He practiced both silent and vocal dhikr at his taqqa Beşiktaş, the former being adopted by the Mujaddidi Sufis and the former by the Jalwati Sufis. He tried to harmonize between the doctrine of wahdat al-wujud and wahdat al-shuhud, although he was a Mujaddidi shaykh. The Mathnawi-reading tradition, continued by him in his lineage, was continued by his successors after his death. His lineage is continued by his disciples until the early nineteenth century.