Makale özeti ve diğer detaylar.
Lisans öğrenimimin başında mikroiktisata giriş dersinden pek bir şey anlamamıştım. Birkaç hafta sonra iyi bir not alma amacından hareketle çalışılırsa iyi bir not almanın hiç de zor olmadığını fark ettim. Bir sınavı vermek için tüm yapmanız gereken, dert her şeyin mükemmel işlediğini göstermek olduğundan, piyasanın en iyi sonucu vereceği kabulünden başlamak olacaktı; sonra da bu sonucu doğuranın ne olduğunu tespit etmek için sonuçtan geriye doğru çalışmak. Hemen sonra iktisat en kolay dersim oldu. Bu yolu artık izlemesem de iktisatçıların pek çoğunun hâlâ bu yolu tuttuğuna inanıyorum. Zaman içinde, görünüşte anlaşılır olan bazı sorular rahatsız etmeye başladı beni. Kâr maksimizasyonunun güdülediği kapitalist sistemin doğasını açıklamak iddiasında olan iktisat bilimi, bir sermaye teorisinden mahrum olduğu gibi kârların nasıl belirlendiğine ilişkin tutarlı bir açıklamadan da yoksundu. Bu durumun nedenlerinden birini anlamak kolaydır: İktisat ekseriyetle statik bir dünya anlayışıyla hareket etmesine rağmen kapitalizmin olgunlaşması ile gittikçe önem kazanan sabit sermaye, statik bir dünya anlayışıyla da olsa, dinamik bir çözümleme talep eder olmuştur.