Makale özeti ve diğer detaylar.
İktisadi faaliyetlerde bulunulan her dönemde var olan faiz olgusu, iktisatçıların yanı sıra ilahi dinlerin, felsefi düşüncelerin, siyasi ve hukuki doktrinlerin daima ilgi gösterdiği bir olgu olagelmiştir. İlkçağ filozofları ve ilahi dinler faiz uygulamalarını yasaklamış ve tefecilikle mücadele etmişlerdir. Ancak Protestanlığın doğuşu ve sonrasında yoğunlaşan iktisadi ve teknik ilerlemeler neticesinde faiz, ekonomik yapının temel bir unsuru olarak kabul edilmiştir. Bu düşünceden hareketle faizi açıklamaya çalışan çok sayıda teori geliştirilmiştir. Bu teorilerde faiz haddi ile tasarruf ve yatırımlar arasında fonksiyonel bir ilişki bulunduğu ve faizin atıl durumdaki parayı yatırımlara dönüştürerek ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı sağladığı kabul edilmiştir. Bunun temelinde sermayenin potansiyel nemaya sahip olduğu, dolayısıyla faizin sermayenin verimliliğinden kaynaklandığı düşüncesi hakimdi. Ancak bu teorilerde faizin haklılığını ve dayandığı gerekçeleri açıklayan tatmin edici ve genel kabul gören sonuçlara ulaşılamamıştır. Ayrıca sermayenin değişken verimliliğine karşın, faizin önceden sabit oranda saptanması durumu açıklanamamıştır.
The fact of interest that exists in every time period, in which economic activities are made, has always been a noteworthy issue for divine religions, philosophical thoughts and political and juristic doctrines. The philosophers of the antique age and divine religions prohibited interest practice and struggled with usury. However, as a result of the emergence of Protestantism and then, the escalation of economic and technical advancements, interest is accepted as one of the major elements of economic structure. Moving from this point, a lot of theories are developed to explain the issue of interest. In these theories, a functional relation between interest rate and savings-investments and also the realisation of economic growth and development through converting idle money to investments by means of interest are accepted. In the basis of this, there is a thought that capital has potential accretion and, therefore, interest results from the productivity of capital. Yet, in these theories, any satisfactory and widely acknowledged conclusions to elucidate the justificability and rationale of interest have not been arrived at. Besides, in spite of the flexible productivity of capital, determining interest in advance at a fixed rate could not have been explained.