Makale özeti ve diğer detaylar.
1970ler’den bu yana üretimin esneklesmesine bağlı olarak gerçeklesen bir dizi toplumsal değisimle birlikte, emeğin doğasında ve sınıf iliskilerinde de önemli bir dönüsüm yasandı. Esnek çalısma kosulları sebebiyle giderek güvencesizlesen ve sınıfsal örgütlenme olanaklarını da kaybettiği görülen yeni beyaz yakalılara, giderek sıklıkla prekarya denmektedir. Siyasi ve toplumsal kayıtsızlıkla özdeslestirilmis ve kendisinden devrimci dönüsüm anlamında ümit kesilmis olan bu “yeni tehlikeli sınıflar”, kendilerine yakıstırılan “apolitik” tanımının aksine, insanlık tarihinin en büyük protesto dalgasını meydana getirdi ve sürdürüyor. Sınıfsal yapılarından beklenmeyeni yaptıkları ölçüde, bir bakıma Rancière’in Proletarian Nights kitabında bahsettiği, 1830lar’ın henüz proleterlesmekte olan, ama tüm varlıklarıyla bu kategorilestirmeye direnen, “isçi olmak istemeyen” isçilerine benziyorlar.
Along with a series of social changes that the increasing flexibility of production has generated since the 1970s, the nature of labor and class relations have underwent a major transformation. The white-collar workers who are confronted with an ever decreasing security at all levels, and who also seem to have lost the capacity to organize as a class, are often being called the precariat. These “new dangerous classes” are usually associated with political and social apathy and no hopes for a revolutionary change were put on them. However, despite the general conviction of them being “apolitical”, the precariat has become the actor of the largest protest wave in human history, which still continues to this day. To the extent they do the unexpected, the precarians seem to resemble, in a way, the workers of the 1830s who were yet on the way to proletarianization, and were trying to resist that categorization with all their might, as depicted in Jacques Rancière’s monumental book The Proletarian Nights.