Makale özeti ve diğer detaylar.
Beginning with the patriarchal society woman has always been associated with the ‘interior’ which means interior of the house and domestic life; while man is associated with the ‘exterior’ meaning public life. This article aims to trace the world wide story of woman, from inside the house to the public, with certain ups and downs of this journey. Destruction of matriarchal society and breaking off from agricultural production moved woman away from the public life and made her a prisoner within her own house. Henceforth, she is turned into an exchange or use-value object utilised in order to strengthen the social relations of her family. Her mobility is restricted in public space with the only exception of prostitutes who were free to talk and walk. By industrialization, while some women were completely isolated from production, a group of low income women, though under bad conditions, started a new era in the journey of women from inside to outside by working in factories. Women’s relationship with public space and professional life has always been a part of state policies. They were encouraged to work when cheap labour was needed at wartime, yet, after the economy recovered, they were urged back into the house, in order to facilitate male employment. However, women have stepped in the streets once, and henceforth gender relations should be reconstructed in a wider sense and their representation in the public space should be encouraged. Women, as they talk and write, as they become active in legislation- judgement-execution processes and exist freely in the cities, they will be able to achieve the‘socially valuable’ knowledge and change the masculine authorithy into a more sharing, supportive and constructive one.
Ataerkil toplumdan başlamak üzere kadın hep ‘içerisi’, yani konutun içi ve domestik yaşam; erkekse ‘dışarısı’ yani sosyal yaşam ile özdeşleştirilir. Bu çalışma, kadının konut içinden kamusala yolculuğunun, ve bu sırada bazı gel-gitlerinin izlerini sürmeyi amaçlar. Anaerkil toplumun yerini ataerkil topluma bırakması ve tarımsal üretimden kopuş kadını kamusal hayattan koparır ve kendi ‘evinde’ tutsak haline getirir. Böylelikle kadın, ailesinin sosyal ilişkilerini güçlendirmek amacıyla kullanılan bir değişim ya da kullanım değerine dönüşür. Konuşma ve sokaklarda yürüme özgürlüğüne sahip fahişeler dışında diğer kadınların kamusal alandaki hareketi kısıtlanır. Sanayileşmenin etkisiyle kadınların bir kısmı üretimden tamamen koparken, düşük gelir grubuna mensup bir başka kesim de kötü şartlar altında çalışma hayatına katılarak kadının kamusal alana çıkış yolculuğunda yeni bir döneme öncü olurlar. Böylece kadının kamusal alan ve çalışma hayatı ile ilişkisi her zaman devlet politikalarının bir parçası olur. Öyle ki savaş zamanı ucuz iş gücü ihtiyacı doğduğunda çalışması teşvik edilen kadın, ekonomi toparladığında erkek istihdamını kolaylaştırmak adına evine dönmesi yönünde teşvik edilir. Fakat bir kere dışarıya adımını atmış olan kadının bu bağlamda cinsiyet ilişkilerinin daha geniş anlamda yeniden yapılandırılması kadının kamusal alandaki varlığının cesaretlendirilmesinde önem kazanır. Kadın, konuştukça ve yazdıkça, yasa-yargı-yürütme konularında söz sahibi oldukça ve kentsel mekanlarda özgürce var oldukça ‘sosyal değeri olan’ bilgiye erişimi de kolaylaşır. Ancak böylelikle kendi doğasından gelen özellikleri devreye sokarak erkeksi otoritenin feminen/dişil özellikler yoluyla daha paylaşımcı, destekleyici ve onarıcı yönde değişmesine katkıda bulunmasıı beklenir.