Makale özeti ve diğer detaylar.
Literatürde eziyet veren bir yaklaşım olarak kabul edilen tıbbî model, engellilik halini “tedavi edilebilir, iyileştirilebilir veya onarılabilir bir hastalık hali” olarak değerlendirir. Bu modelin en önemli eksikliği, engelli insanı “rahatsız/hasta” insan olarak ele almasıdır. 1950’li-1960’lı yıllardan itibaren engellilere ilişkin ortaya çıkan sosyal model ise; engelliliği büyük ölçüde, toplumun engelliliğe tepkisinin meydana getirdiği tepkinin bir sonucu olarak ele almaktadır. Bu anlamda, kişiyi engelli konuma getiren, engelin kendisi değil; toplumun engelli bireye olan -engelleyici- bakış açısıdır. Türkiye, 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren engellilere yönelik uygulamalar için politika belirleme, yasal mevzuatı ve kurumsal yapıyı oluşturma faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. 1997 yılında Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın kurulması, 1999 yılında ilk “Özürlüler Şûrası”nın toplanması ve 2005 yılında kısaca “Özürlüler Kanunu” olarak bilinen yasal düzenlemenin yapılması söz konusu kesime yönelik politikalardaki yoğunlaşmanın temel göstergelerini oluşturmaktadır. Bu makale, Özürlüler Kanunu’nun, sosyal model anlayışını ne ölçüde yansıttığının tespiti üzerine odaklanmaktadır. Çok kısa olarak belirtmek gerekirse, çalışmada ortaya konan tespitler, Kanun’un her iki modelin yaklaşımlarına yer veren karma bir modelin izlerini taşıdığına işaret etmektedir.
The medical model as a trouble approach in disability literature characterizes disabled status to be “amenable to treatment, capable of improvement or illness”. The main viewpoint of the model is to assess people with disabilities who are unwell / sick. The new –social- model has described disability as a result of community’s affirmative-reaction since the 1950’s and 1960’s. In this context a person with a disability is exposed to biased opinions of other people or society. Therefore the social model focuses on the problematic exclusive reactions against people with disabilities.