Bu makalede yoksullukla çalışma ahlâkı arasındaki ilişki ele alınmaktadır. Yoksulluk, 16. yüzyıldan itibaren yeni doğmakta olan kapitalist sistemle birlikte çalışmayla, özellikle yoksul insanların çalışmaya yönelik tutum ve davranışlarıyla ilişkilendirilmeye başlanmıştır. Emek gücüne çok fazla ihtiyaç duyulduğu bu dönemde çalışma, temel bir ahlâkî davranış olarak ön plana çıkarılmıştır. Ancak, çalışma ahlâkı herkes için değil, çoğunlukla potansiyel ucuz işgücü olan alt tabakadaki kesimler için bağlayıcı bir değer olmuştur. Bir zengin ya da bir soylu çalışmadığında ahlâksız, asalak veya aylak gibi herhangi bir sıfatla etiketlenmiyordu; fakat bir yoksul çalışmadığında kolaylıkla bu sıfatlardan herhangi biriyle damgalanabiliyordu. Batı’da ekonomi temelli yeni bir toplum ve değerler sistemi doğmuştu. Bu değerler sistemini toplumun geneline benimsetmek için çalışma gibi ahlâkî değerlere başvurulmaktaydı. Sistemin dışına çıkanlar ise, özellikle yoksullar, çalışma evleri ve yoksul evleri gibi tecrit mekânlarında disipline edilmekteydiler. Smith ve Weber gibi düşünürlerin çalışmaya olan vurguları ve kapitalizmi büyük ölçüde çalışma ahlâkıyla (işbölümü ve Protestan ahlâkı) ilişkilendirmeleri, çalışma temelli bu yeni değerler sisteminin toplumda benimsenmesine büyük katkı sağlamıştır. Ancak, günümüze gelindiğinde, hem işgücüne olan talep azaldığı hem de çalışmayla yoksulluktan kurtulma arasındaki doğrusal bağ koptuğu için, yoksulluk artık çalışma ahlâkıyla çok fazla ilişkilendirilmemektedir. Günümüzde yoksulluk, genellikle yapısal bir sorun olarak görülmekte ve sayıları giderek artan yoksullar için kamu politikaları oluşturmanın gerekliliğine inanılmaktadır. Bununla birlikte, yoksulları kontrol altında tutma ve onları, çeşitli yollarla, disipline etme anlayışı hâlâ varlığını sürdürmektedir.