Makale özeti ve diğer detaylar.
John Locke’un siyaset kuramında merkezi yer tutan iddia, bireysel mülkiyet haklarının toplum-öncesi bir doğa durumunda olanaklı olduğu, bunların temelini de, insanların uzlaşımının değil, söz konusu haklara sahip olabilecek olanların tek yanlı sahiplenici eylemlerinin oluşturduğudur.1 Locke’a göre, ancak bundan sonra, bu doğal mülkiyet haklarının tasarrufunu elde etmiş bireylerin –hepsi olmasa da- büyük çoğunluğu, kendi rızalarıyla, siyasi bir toplumun -pozitif hukukunun gerekliliklerine tabi olan- birer üyesi haline gelirler. Sorun tam da buradadır: Doğa durumundan sivil topluma bu geçiş sırasında bu bireylerin doğal mülkiyet haklarına ne olur? Siyasi toplum içerisinde önceki halleriyle kalırlar mı, yoksa artık uylaşımsal yeni bakış açısına ve yeniden-dağıtıma mı tabi olurlar?