Makale özeti ve diğer detaylar.
Evlilik çoğu zaman kadın ve erkek kimliğinde önemli dönüşümlere yol açan ve onu biçimlendiren bir çerçeve haline gelir. Kadın ve erkek kendi kimliklerini bu yeni “medeni halleri” üzerinden tanımlamaya ve bu yeni kimliklerinin sınırlarında yaşamaya başlarlar. Bu durumu sorgulayan İsveçli yönetmen Ingmar Bergman’ın 1973 yapımı Bir Evlilikten Manzaralar’ı (Scenes From A Marriage), evlilik dahilinde yakınlık ile kişinin özerkliğinin biraradalığına engel teşkil edenin ne olduğunu anlamaya çalışır. Bu bağlamda, “ideal evlilik” örneği sunan bir burjuva çifti etrafında, evliliğin hayata ve varoluşsal meselelere karşı bir sığınak olarak algılandığını ortaya koyar. Fakat Bergman’ın bu filmiyle özel olarak ve çok sade bir şekilde evliliğin kadın kimliği üzerindeki etkisini sahnelediğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu yazıda Bergman’ın filminde daha çok kadınlar hakkında söylediklerinden bahsedeceğim. Modern toplumlarda kadının kimliği ve başarısı kısmen ya da tümüyle yaptığı evlilik üzerinden tanımlanır olmuştur. Kapitalist ve ataerkil sistemin dayattığı bu çerçevede kadın, iyi statülü biriyle evliliği bazen yalnızlığına, bezen korkularına ve bazen başarısızlığına karşı bir sığınak olarak tercih etmektedir. Bu kurgusu sorunlu durum içinde yine de bir yakınlık arayışına girmekte ve yaşadığı yoksunluğu dışsal telkinlerle olumlu algılamaya çalışmaktadır. Evli olmak kadının kimliği haline geldiğinden evliliği sürdürmek de bir kimlik sorununa dönüşmektedir. İşte Bergman, Marianne karakterinde kadının bu halini resmetmektedir. Altı bölümden oluşan filmin ‘Masumiyet ve Panik’ adlı ilk kısmı, Marianne ve kocası Johan’ın ideal bir çift olarak bir “kadın” dergisine evlerinde verdikleri röportaj sahnesiyle başlıyor. Her şey olması gerektiği gibidir. Johan bütün o erkeklerden beklenen esprili ve nadan tavrıyla konuşmakta ve başarılı, mutlu, çünkü her şeye sahip bir adam, portresi çizmektedir. Buna karşılık olarak Marianne da başarılı bir erkeğin karısından beklenen cümleleri dillendirmekte, avukat olmasına ve çalışmasına rağmen kendisini her şeyden önce “Johan’ın karısı” olarak tanımlamaktadır. İkisi de ne kadar esaslı ve köklü burjuva olduklarını anlattıktan sonra, aşklarının ancak evlendikten sonra başladığını fakat o günden bugüne çevrelerinde “ideal çift” olarak tanımlandıklarını belirtmektedir. Bergman çocuğun ideal evliliğin en önemli bileşeni olarak kabul edildiğini unutmayarak bu sahneye çiftin iki kızlarını da dahil ederek tabloyu tamamlar. İlerleyen sahnede ise, bu ideal evliliğin anti-tezi olan bir evliliği göstermektedir Bergman bizlere: Peter ve Katarina çifti ideal çiftimizle evlerinde akşam yemeğindedir. Yemek boyunca, konuk çift ortaya koydukları mutsuzlukları ve tartışmaları ile başarısız bir evlilik örneği sergiler. Bergman bu sahnede, Marianne ile Katarina arasındaki paralelliği yüzümüze vurarak sarsar algılamalarımızı. İdeal ya da başarısız evliliğin ana karakterleri olmalarının bir şey değiştirmediğini, iki kadının da aslında “evli kadın” olduklarını ve benzer bir kimlik taşıdıklarını anlarız. Nitekim sohbetin bir yerinde Katarina’nın kocası Peter’ın makalelerini yazdığını öğreniriz: Johan’ın Peter’e son yayınlanan makalesini okuduğunu söylemesi üzerine Peter aslında onu Katarina’nın yazdığı açıklar. İki kadın da kurgulanan evli kadın kimliğinde varlıklarını kocalarıyla tanımlamaktadır. Kimlikleri normalde bağımsız olarak var olabilecekken, bu sonradan edinilen yeni kimlik sınırlarında böyle bir şeyin imkanı yoktur. Fakat Marianne, kendisinin ve evliliklerinin farklı olduğuna dair kendini kandırmaya devam etmektedir. Konuklarının ardından Johan’la yaptıkları konuşmada Katarina ve Peter’in aslında bir dil sorunu yaşadıklarını söyleyerek bu başarısız evliliğe dışardan bakmaktadır. Marianne’ın bu algısında Johan’ın etkisi de önemlidir: Johan evliliklerin beş yıllık sözleşmeden oluşmasını ve her yıl insanların bunu yenileme ya da sonlandırma haklarının olması gerektiğini söyler. Marianne’ın kendi evlilikleri için de bu durumun geçerli olup olmadığı sorusu üzerine Johan evliliklerinin bu çerçevede bir istisna olduğunu belirterek durumu geçiştirir. Bergman, bu evli çiftin çevrelendikleri ebeveynleri ve akrabalarını da bu kurgunun “gerçekliğini” destekleyen unsurlar olarak gözardı etmemektedir. Bu akraba ağı hayatlarının her noktasını bütün ritüelleriyle (akşam yemekleri, hafta sonu buluşmaları, doğum günü kutlamaları vb.) sarmalamıştır.