Makale özeti ve diğer detaylar.
Bilindiği gibi insan çok yönlü bir varlıktır. Dahası, o, bu çok yönlülük içinde, bir takım biyolojik, psikolojik ve sosyolojik gereksinimlerini karşılama arzusundadır. Bir tarihi söylem olarak ‘kendini bilme’, öngörülen dinsel, felsefi ve bilimsel değerlerin temellendirilmesi noktasında, bir dereceye kadar, işlevsellik yüklenmiş bir söylemdir. Bununla birlikte, ilgili söyleme bağlılığın, soyut değerlere ulaşma, onları bilme ve doğrulukları hakkında kanıt getirme noktasında, görüneni ve olgusal olanı fazlasıyla ihmal ettiği bugün artık daha kolay anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, kendini bilmenin benimsenmesi, beşeri etkinliklerin, son tahlilde, beşeri bir üst amaca yönelik olması gerektiği savunulunca, birey için yeterli olamamaktadır. Bu boşluğu dolduracak önemli bir söylem kendi olmadır.
As it is known, the human being is a being who has many aspects. In addition to this, he desires the satisfaction of some biological, psychological and sociological needs in these aspects. ‘Self-knowing’, as a historical pronunciation, has, in some degree, burdened a function for the basis of religious, philosophical and scientifical values. However, it is well known today that to be interested in ‘self-knowing’ has sufficiently neglected the phenomenal and factual reality in the context of reaching the abstract values, knowing them and bringing argument for their truthness. So, when it is thought that the human activities, must turn towards to a human top-aim, the adopt of ‘self-knowing’ is not sufficient for individual. An important pronunciation which fills this lack is the ‘self-realisation’