Makale özeti ve diğer detaylar.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, sendika hakkının maddi içeriği konusundaki katı pozitivist ve dar yaklaşımın ürünü olan 1970’li yılların ortalarında verdiği ilk kararlarından adım adım uzaklaştı. Bu evrim, Türkiye’nin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 11. maddesini ihlal ettiği sonucuna vardığı altı kararında, sendika hakkının maddi içeriğinin genişletilmesiyle noktalandı. 2006-2009 yıllarını kapsayan üç yıllık dönemde verilen bu kararlarda, “devlet adına otorite işlevleri yerine getirmeyen kamu görevlilerinin sendika özgürlüğü hakkı ile toplu sözleşmeli toplu pazarlık ve grev (genel olarak toplu eylem) hakları arasında organik bağ bulunduğu kabul edildi. Mahkeme, sendikaların üyelerinin “çıkarlarını koruma amacı”na dayanarak “sendikal hakların bölünmezliği ve bütünselliği” sonucuna ulaşırken, kapsamlı bir “normatif etkileşim” bağlamında, hem uluslararası sendikal haklar hukukunu “pozitif hukuk” ve “içtihatlar” boyutuyla bir bütün olarak ele aldı, hem de Avrupa ülkelerindeki uygulamanın gelişimini göz önünde bulundurdu. Gerçekten İHAM, özellikle Büyük Daire’nin Demir / Baykara kararıyla, İkinci Daire kararını, daha kapsamlı ve ileri bir “normatif etkileşim” ile temellendirdi, sonraki kararlarında da bu kararına göndermelerde bulundu. Türkiye’nin Avrupa Sosyal Şartı’nın 5. ve 6. maddelerini onaylamadığı gerekçesine dayandırılan, ancak onayladığı ILO sözleşmelerinde toplu sözleşme ve grev haklarının kamu görevlileri için de tanındığını göz ardı eden kimi “pozitivist” eleştiriler, Mahkeme’nin bu sonuca ulaşmasında etkili olmadı. Uluslararası hukuku, sözleşmelerin onaylanıp onaylanmamasına bakmaksızın bütünsel bir yaklaşımla göz önüne alan Mahkeme, toplu sözleşmesiz sendika hakkının özünden yoksun olduğunu vurguladı. Karaçay, Satılmış ve diğerleri, Urcan ve diğerleri ve Enerji Yapı-Yol Sen kararlarıyla, bu yaklaşımını grev ve toplu eylem hakları için de benimsedi.
haklar olduğunu, bunu sağlamanın da devlete düştüğünü, kısacası devletin pozitif yükümlülüğü bulunduğunu belirtti. Tazminatları ödeyen devlet (AKP hükümeti), kamu görevlilerinin ve sendikalarının, “çıkarlarını korumak için” ücret ve çalışma koşullarının toplu sözleşme yöntemiyle belirlenmesi ve gerektiğinde grev ve toplu eylemlere başvurabilmesi konusunda, yürürlükteki yasakları kaldırmak için “olumlu düzenleme yapma yükümlülüğü”nü yerine getirmiyor. Böylece de, İHAM kararlarının “hukuksal bağlayıcılığının” bulunması, ne yazık ki etkisiz kalıyor ve amacına ulaşamıyor. İHAM’ın, 2000’li yılların ikinci yarısında verdiği anılan kararlarının benzerleri, uzun yıllardan beri Türkiye’nin onayladığı 87 ve 98 sayılı sözleşmelerin uygulanmasının denetimi bağlamında ILO denetim organlarınca da hemen hemen her yıl yineleniyor. Ancak hükümet, anti-sendikal yaklaşımı gereği, tasarı taslakları hazırlamanın dışında etkili bir adım atmaktan kaçınıyor. Kamu görevlileri sendikaları, sendikal haklar alanındaki temel sorunlara ilişkin ortak görüşlerine karşın, hükümetin bu politikaları karşısında güç birliği yapamadıklarından etkili olamıyorlar. AKP iktidarda kaldığı sürece, kamu görevlilerinin sendikal haklarına ilişkin yürürlükteki düzenlemelerin İHAM ve ILO kararları doğrultusunda değiştirilmesi beklenmemelidir. Mahkemelerimiz de, pozitivist yaklaşımları nedeniyle, onaylanan sözleşmeleri iç hukuka aktaran yasal düzenlemeler yapılmadıkça kendilerini İHAM yerine koyarak uyuşmazlıkları çözmediklerinden, var olan sorunlar sürüp gidecektir.
The European Court of Human Rights depart gradually from its first judgements given in the mid 70’s which were the results of a strict positivist and restrictive approach regarding the substance of the trade union’s right. This evolution was finalized by expanding the substance of the trade union’s right with the six judgements by which it was concluded that Turkey violated the European Convention on Human Rights (ECHR) Article 11. In these judgements given between 2006-2009, it was accepted that there was an organic relation between the freedom of association and the freedom to bargain collectively with collective agreement right and strike (generally collective action) of the public servants “engaged in the administration of the State”, in other words, “officials whose activities are specific to the administration of the State.” Based on “the aim of protecting the interest of” trade union members in the context of a comprehensive “normative interaction”, the Court, while concluding “the non-divisibility and integrality of the trade union rights”, considered both the law of international trade union rights with the “positive law” and “case-law” dimensions and the development of the implementation in the European countries. Indeed, based on the judgement of The Second Chamber, ECHR expanded this judgement with more comprehensive and a further “normative interaction” especially in regards to the Grand Chamber’s judgement on the case of Demir and Baykara and it referred to this judgement on its following judgements. Some of the positivist critiques that were based on Turkey’s non-ratification of the European Social Charter’s Articles 5 and 6, whereas did not take the Turkey’s ratification of ILO Conventions which gives the rights of collective agreement and strike to public officials into consideration, did not influence the court’s judgement. The Court which handled the international law with a holistic approach while ignoring whether the ratification was realized or not, emphasizing the fact that trade union right without collective agreement is deprived of its substance. The Court adopted this approach also for strike and collective action rights with the judgements in regards to the cases of Karaçay, Satılmış and the others, and Enerji Yapı-Yol Sen. The government thinks that its obligation for the fulfilling the judgments consists just paying the compensation set by ECHR. However, The Court mentioned that the rights guaranteed by the ECHR were not abstract and theoretical but concrete which should be used and benefited effectively and this must be provided by the government, briefly the government had a positive obligation. The government (AKP Government), that pays the compensation, doesn’t fulfil its obligation to do positive arrangements in order to eliminate current restrictions on the determination of wage and working conditions by collective agreement method “to protect public servants and their trade unions’ interests and if necessary call for strike and collective actions. Therefore, the “legal obligations” of ECHR judgements become unfortunately ineffective and can’t arrive at its aim. Aforementioned judgements given by ECHR in the second half of 2000’s are reiterated almost every year by ILO’s supervisory organs in the context of the control of the implementation of the ILO Conventions Nos. 87 and 98, ratified by Turkey. But due to its anti-unionist approach, the government avoids taking an effective step other than preparing Project drafts. Despite their common views regarding the main problems of unionism rights, the trade unions of public servants can’t be effective against government’s policies because of their lack of cooperation with each other.