Makale özeti ve diğer detaylar.
Günümüz insanı, gündelik yaşamın oluşturduğu katı kalıplar arasına sıkışmış konumdadır. Çalışma düzeni, evlilik, çocuklar, sorumluluklar ve görevler, çağdaş birey üzerinde baskı mekanizmasına dönmüştür. İnsanın, daha iyi yaşamak, daha mutlu olmak amacıyla, kendi elleriyle oluşturduğu sistemin dışına çıkamadığı gözlenir. İncelemeye çalıştığımız her iki öyküde de, insanların gündelik yaşamın tekdüze, baskıcı ve boğucu yapısından kaçma düşünceleri olduğu, düşüncelerini hiçbir zaman eyleme dönüştüremedikleri, bu düşüncelerle ancak oynayabildikleri saptanır. Yaşadıkları gerçekler ile iç dünyalarında taşıdıkları özlemler arasında sürekli bir gerilim vardır. İnsanı mutlu etmesi beklenen ve yine insan tarafından oluşturulan kuralların, bireyi boyunduruğu altına aldığı ve köle durumuna soktuğu gözlenir.
Man is trapped in the strict restrictions set by daily life. Working conditions, marriage, children, responsibilities and duties have been transformed into a mechanism of suppression on the individual. It is observed that, in order to lead a better life and to be happier man, he cannot leave this system which he has formed by his own hands. In both short stories studied, it is obvious that the individuals have a tendency towards escaping from the monotonous supressive and suffocating structure of daily life but they can never put these thoughts into action but only play with them on the imaginary level. There is constant tension between the reality they live actually and the desires they have in their inner worlds. It is also observed that the rules which are put by men in order to make themselves happy, supress and enslave them.