Makale özeti ve diğer detaylar.
Avrupa, ‘ne’liği ve ‘kim’liği itibariyle siyasal, hukuksal, mekânsal ve zihinsel bir sabiteye indirgenemez; zira Avrupa, tarihin hemen her döneminde hem ‘tahayyül’ hem ‘tasarım’ hem de ‘gerçeklik’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern Avrupa’nın siyasal ve hukuksal mekânı ise demografilerin ‘evrensel’ temsilini organik bir yapıyla bütünleştirmeye çabalayan siyasal örgütlenmelerin (Batı Roma mirasçısı Hristiyan devletlerin) aralarındaki savaş ve barış kurallarını içeren, yeni fethedilen topraklarda düzen ve değer fikirlerinin ayrıştırılmasına dayanan tarihsel bir süreç sonucunda oluşmuştur; zihniyeti, kuruluşu ve izleği itibariyle aşkın, hiyerarşik, özcü ve dışlayıcı bir niteliğe sahiptir. Sözü edilen Avrupa’ya özgü devlet öğretisi ise Avrupa dışındaki ‘düzen’(ler)i birbirinden ayıran, Avrupa’ya ait olanla olmayan arasında kalın çizgiler çizerek keskin bir ast-üst ilişkisi inşa eden söz konusu kuruluş, bütün dünyaya ihraç edilecek olan ‘egemenlik’ anlayışının da ev sahibidir.