Makale özeti ve diğer detaylar.
Türk dilinin kudretli bir dil olarak ortaya çıkışının ilk belgesi Göktürk Kitabeleri’dir. Bu
kitabelerin dili gibi alfabesi de özgündür. Bu kitabeleri inceleyen bilim adamları,
kitabelerde kullanılan dilin niteliğini ve işlekliğini göz önüne alarak Türk dilinin
geçmişinin çok eski devirlerine kadar gittiğini belirtmişlerdir. Tarihi süreç içerisinde
göçler, savaşlar gibi yaşanan olaylar sebebiyle Türkler, dünyanın değişik bölgelerine
yayılmışlar ve farklı kültürlerle temas sonucu Türkler arasında değişik alfabeler
kullanılmıştır.
Azerbaycan Türkçesi 1923 yılına kadar Arap alfabesi ile yazılmıştır. Bu tarihten itibaren
yazarların, edebiyatçıların ve toplumun önde gelenlerinin gayretleriyle Latin
Alfabesine geçilmiştir. Sovyet yönetiminin kararıyla 1939’da Kiril Alfabesi kullanılmaya
başlanmıştır; fakat bu karar, önceki gibi tartışmalar sonucu değil, tepeden inme bir
anlayışla olmuştur. SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını elde eden Azerbaycan, 1991
yılında tekrar Latin Alfabesine dönmüştür.
Aynı kaynaktan doğan bir ırmağın farklı kolları gibi, Türk kültürü ve edebiyatı da lehçe
farklılıkları sebebiyle birbirini yeterince tanımayan sanatçı ve edeb iyatçılar tarafından
temsil edilmektedir. Ortak bir paydada buluşmak adına Türk ülkelerinde eser veren sanatçıların ve edebiyat çevrelerinin birbirinden haberdar olması büyük önem arz
etmektedir. Bu da dil içi aktarım dediğimiz yöntemle, eserlerin yazıldığı lehçe dışındaki
başka bir lehçeye aktarılmasıyla mümkündür.
Tanıtımını yapacağımız kitap, Azerbaycan’ın önde gelen edebiyatçı, gazeteci ve aydını
Celil Mehmetkuluzade’nin eserlerinde kullandığı dil ve üslup özellikleri üzerinde duran
“Publisist Sözün Kudreti” adlı eserdir. Eserin yazarı Müseyip MEMMEDOV’dur. 1992
yılında basılan bu kitap Yrd. Doç. Dr. Özcan BAYRAK tarafından önce Kiril Alfabesinden
Latin Alfabesine, daha sonra da Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine
aktarılmıştır.
Bu çalışmada, birçok yönüyle Celil Mehmetkuluzade’yi ve onun eserlerini tanıma
imkânı buluruz. Celil Mehmetkuluzade, 25 yıl boyunca zor şartlar altında çeşitli
baskılara rağmen çıkarmaya muvaffak olduğu Molla Nasrettin adlı dergisiyle, Türk
dünyasında haklı bir şöhrete sahiptir. O, dil üzerine düşündüklerini bu süreli yayın
sayesinde halka anlatma imkânı bulmuştur. Kendisi sadece Azerbaycan Türkleri ile ilgili
değil, İran Türkleri ve Osmanlı Devleti’nde yaşayan Türklerle ilgili sorunlara da eğilmiş,
onların da hislerine tercüman olmuştur. Müseyip MEMMEDOV, Celil
Mehmetkuluzade’nin dili, üslubu ve gazeteciliği hakkında yaptığı tespitleri, onun
eserlerinden yaptığı alıntılarla ortaya koymakta, okuyuculara berrak bir çerçeve
çizmektedir. Bu eserin önemine böylece temas ettikten sonra, eserin Türkiye Türkçesine
aktarılmasının önemi şüphesiz daha iyi anlaşılacaktır. Yrd. Doç. Dr. Özcan BAYRAK bu
eseri dilimize kazandırmakla Türk edebî ve ilmî çevrelerin dikkatini hem Azerbaycan
Edebiyatına hem de bu edebiyatın önemli şahsiyetlerinden Celil Mehmetkuluzade’ye
çekmiştir.
Tanıtmaya çalışacağımız kitap VI bölümden oluşmaktadır. I. Bölümde Ana Dile Muhabbet başlığı altında yazar, Celil Mehmetkuluzade’nin çeşitli
eser ve makalelerinde anlattığı durumlara değinmektedir. Özellikle Rusça ve Arapçaya
meyledip bu dillerle konuşmayı bir böbürlenme vasıtası yapanlar, söz konusu bu
eserlerde eleştirilmektedirler. Bu eleştiri yer yer mizahî bir nitelik kazanmakta, kendi
dilini hor gören insanların aslında kendilerini gülünç durumlara düşürdüklerini
anlatmaktadır. Ana dile sahip çıkmanın önemine vurgu yapılan bu bölümde, Celil
Mehmetkuluzade’nin devrin ileri gelenlerini de bu konuda tenkit ettiği görülmektedir.
“Eğer biz ana dilimize diğer milletler gibi sahip çıkmazsak ve kendi aramızda bu dili
konuşmazsak o zaman toplumda kendimize ait her düzen bozulmuş olur. Nedeni de
şudur ki hem Tiflis hem de Bakü’de ne kadar milli cemiyetimiz varsa hiçbirinin
temsilcileri dahi kendi ana dillerinde konuşmuyor (s. 41).” Bu bölümde üzerinde
durulan bir başka konu ise alfabe meselesidir. Latin harflerine geçişin önemli bir
taraftarı ve savunucusu olan Celil Mehmetkuluzade, Arap alfabesiyle bir yere
varılamayacağı kanaatindedir. Başta farklı, ortada farklı ve sonda farklı yazılan harflere
sahip Arap alfabesi ile diğer toplumların kullandığı alfabeleri kıyaslayan yazar, Arap
harflerini kullanan toplumların hiyeroglif yazısına bile şükretmeleri gerektiğini
söylemektedir (s. 53). Yine bu bölümde üzerinde durulan ve eleştirilen bir konu da
Bakü‘de hızla yayılan yabancı dille yazılmış levhalardır. Yazar, mizahi bir üslupla,
köyünden Bakü’ye gelen bir köylünün kendini Yecüc-Mecüc ülkesinde zannedeceğini
söyler (s. 61). II. Bölüm olan Üslubî Taktikler’de yazar Müseyip Memmedov, Celil
Mehmetkuluzade’nin eserlerinde dili kullanma özellikleri üzerinde durmuştur. Sovyet
devrinin ağır sansür ortamında yazarlığına devam etmeye çalışan Mehmetkuluzade,
yer yer anlatmak istediklerini satır aralarına gizleyerek, eleştirilerine mizahi bir hava
vermiştir. Bu bölümde Mehmetkuluzade’nin yazılarındaki ifade gücü, yazılarında
yaptığı benzetmeler, yazılarını güçlü kılmak için kullandığı örnekler, diyaloglar vb.
unsurlar okuyucuların dikkatine sunulmuştur. Bunlarla beraber yazarın kullandığı noktalama işaretleri, şiire ait unsurlar, devrin olaylarına olan ilgisi ve onları halkın
anlayacağı şekilde duyurma isteği gibi konulara da değinilmiştir.
III. Bölümde Üslubî Figürler başlığı altında Celil Mehmetkuluzade’nin eserlerinde
kullandığı tekrarlar, karşılaştırmalar gibi unsurlar ele alınmıştır. Yazar bu bölümde
özellikle Mehmetkuluzade’nin, din olgusunu kişisel çıkarları uğruna kullanan kişileri
eleştirdiği yazıları konu edinmiştir. Bu yazılarda, anlatımı güçlendirmek için başvurulan
yöntemler ön plana çıkarılmıştır. Örneğin yaşlı erkeklerin küçük yaştaki kızlarla
evlenmesini eleştirdiği yazının adı “Kanlı Facia”dır. Yazar bu ismi metnin değişik
yerlerinde tekrar ederek okuyucunun zihninde bir tablo şekillenmesini sağlamıştır ( s.
86). Yazar, tekrarlar aracılığıyla hocalara, dinle insan tavlayanlara ve onların sözlerine
inananlara nefretini bildirir. Ayrıca bu bölümde Mehmetkuluzade’nin eserlerinde seri
halde tekrar edilen kelimelerin kullanış sayılarına göre gruplamaları yapılmıştır.
IV. Bölüm olan Dilsel Sıralamanın Tekniksel İmkânları‘nda ise Mehmetkuluzade’nin
eserlerinde kelimelerin sıralanması ve listelenmesinde takip edilen metot konu
edilmiştir. Benzer fiillerin bir arada kullanılması, aynı cümle içerisinde yer alan eş
anlamlı kelime grupları, aykırı fikirleri iletmek için kullanılan zıt anlamlı kelimeler gibi
unsurlar bu bölümde örnekleriyle birlikte yer almaktadır. Yine yer isimleri, şehir, kent
isimleri, şahıs isimleri, yerel isimler, sayıların kullanımı gibi unsurlar da incelenmiştir.
V. Bölüm olan Sözden Büyük Yadigâr Yoktur’da Memmedov, Mehmetkuluzade’nin
eserlerinde sıkça geçen atasözleri ve deyimleri ele almıştır. Mehmetkuluzade,
atasözünü eserlerinde kullanmasını şöyle açıklar: “Dünyada herkes için söz bakidir. Bu
yüzden de Türk âlimleri ölse dahi sözleri kalır. Öyle ki, eski âlimlerin, şairlerin sözleri
günümüzde kullanılmaktadır. Bu yüzden de Türk âlimlerinin işe yarar sözlerini atasözü
mahiyetinde değerlendirerek birkaçını mecmuamıza yazdık ki, okuyucularımız okuyup
gerekli yerde onları kullansınlar (s. 127).” Ayrıca bazı atasözleri konunun uygunluğuna göre değiştirilerek verilmiştir. Bununla birlikte mecazlı tabirlerin, özdeyişlerin çokluğu
da dikkati çekmektedir.
VI. Bölümde Sözcüksel Birimlerin Üslubî İmkânları başlığı altında Mehmetkuluzade’nin
eserlerinde kullandığı soru cümleleri, nida cümleleri, muhatapla konuşur gibi yazdığı
cümleler ve emir cümleleri üzerinde durulmuştur. Yazarın bu cümleleri ve örnekleri
vererek varmak istediği amaç, Mehmetkuluzade’nin publisist üslubunu göz önüne
sermektir.
Tanıtmaya çalıştığımız bu kitap, Türk Dili hakkında düşünceleri ve tezleri olan bir
yazarın dilini ve üslubunu konu almakta, onun devrinde yaşadığı ve gördüğü
olumsuzluklara karşı takındığı tavrı göz önüne sermektedir. Celil Mehmetkuluzade,
Azerbaycan Türkçesinin Azeri Türkleri tarafından gururla kullanılması gerektiğini
söylemiş ve yabancı unsurların dilin bünyesine girmesine karşı çıkmıştır. İsimlerin
sonlarına Rusça eklerin getirildiği 20. yüzyıl başlarında verimli çağını yaşayan yazar,
verdiği eserlerle halkı bilinçlendirmeye çalışır. Celil Mehmetkuluzade’nin “Dirisiyle
Rusça, ölüsüyle Arapça konuşan halkım benim.” sözünden de dil noktasında halkı
bilinçlendirmeye çalıştığı açıkça görülmektedir.
Böylesine mühim bir ismin dilinin incelendiği bir kitabı Türkiye Türkçesine armağan
eden Yrd. Doç. Dr. Özcan BAYRAK’a teşekkür eder, benzer çalışmaları beklediğimizi
ifade ederiz.